Doğunun sınır taşı ERZURUM'un DADAŞ'ı |
|
|
Peygamber Efendimiz’in (sas) doğum yıldönümü
haftası anısına Câhiliye Devri’ndeki karanlıkların bağrına
güneş olup doğduğun gibi gel... Gel, Ey “Âlemlere Rahmet” Olan Resûller
Resûlü!.. Günah prizmalarında kırılan îmanın
zayıflayan ışığını, gurûbu olmayan İslâm Güneşi’yle yeniden nurlandırmak için
gel... Gel, Ey Gül Mushaflı Sevdâmızın
Sembolü!.. Küfrün katran siyahı gecelerinde yolunu
şaşıran, inançsızlığın karanlık dehlizlerinde kendini kaybeden, madde ve mânâ
boyutuyla hazin bir meçhûlün kucağına düşen insanlığın ufkunu aydınlatacak
olan sonsuz nûrun yeniden gönül semâlarımızda tulû etmesi için gel... Gel, Ey Kâinatın Solmayan Gülü!.. Rahmet yağmurlarından mahrum kalarak
kuruyan, kıraç topraklar misâli şerha şerha yarılan ruh dünyamızı yeniden
yeşertmek için gel... Gel, Ey “Sonsuz Nûr” olan Gönüller
Hünkârı!.. Nefsinin kölesi olmaktan yorgun düşen
insanları kulluk şerefine yeniden eriştirmek; yanlış vâdilerde dolaşan aklı,
îman ile aslî mecrasına yeniden döndürmek, fıtratın sesiyle aklın nûrunu
yeniden imtizaç ettirmek için gel... Gel, Ey Kutlu Emânetin “Emîn” Mîmarı!..
Mânâ ile maddeye yaklaşamadığından
dolayı, maddenin sığ sularında boğulmaya mahkûm olan beşeriyeti, güzel
ahlâkın kemâline erdirmek için gel.. Gel, Ey Varlığın En Büyük Îtibârı!.. Senin vârislerinin ikâmet ettiği yerler
tenhalaştı... Binbir türlü ziynetlerle beslenmiş, haramzâde ipeklerle
süslenmiş, yalan rüzgârlarına yaslanmış Ebu Cehil’lerin diyarı yine
kalabalıktan geçilmiyor... Her geçen gün artan yalnızlığımızı ortadan
kaldırmak, hicranlarımızı mutlu bir vuslata erdirmek, düşünce dünyamızı
sevgi, kardeşlik, muhabbet ve hoşgörü iklimine döndürmek, nefretin, şiddetin
ve zulmetin ateşini söndürmek için gel... Gel, Ey İnsanlığın Mutluluk Bestesi!.. “Kardeşlerime selâm olsun” dediğin,
bizlere “kardeşlerin” olma gibi dünyâ ve âhiretteki en büyük pâyelerden
birini verdiğin 21. yüzyıldaki ümmetinin; derdine derman, kurtuluşuna ferman
olmak, mazlumların âhını dindirmek için gel... Gel, Ey Hayatın En Güzel Güftesi!.. Sensiz geçen günlerimiz hep karanlık,
hep kasvet, hep huzursuzluk, hep gurbet oldu bize... Sana, senin tebliğ
ettiklerine, temsil ettiklerine, telkin ettiklerine ve teşvik ettiklerine
yeniden kavuşmamız, huzura, sükûna, saadete, adalete, mutluluğa gerçek
mânâsıyla yeniden vâsıl olmamız, vahyin aydınlığında yeniden kendimizi
bulmamız için gel... Gel, Ey Yaratılmışların
En Yücesi!.. Hâl-i pür melâlimizin; bize işâret
buyurduğun “sırât-ı müstakim”in aydınlık ikliminden rücû etmemizin bir
neticesi olduğunu biliyoruz artık... Zirâ, getirdiğin hakikâtlerden
uzaklaştığımız için zelîl olduk... Sensiz geçen yıllarda öksüz kaldık, yetim
kaldık... Divâneye döndük... Sensizlik harap etti bizi, Sensizlikte kaybettik
kendimizi... Gündüzlerimiz şafağa hasret geceye mümâsil bir zaman oldu...
Sensizlikte, gönlümüz hazin bir hicranla doldu... Sensizken bütün insanlık
perişan oldu... Hicrânımızı vuslata döndürmek, kesreti vahdete erdirmek için
gel... Gel, Ey “Hâtemü’l Enbiyâ” Tâcının
Sahibi!.. Cahiliyet câha erdi... Nemrutlar
dünyamıza temsilciler gönderdi... Şeytan, yine nefsin önüne mükellef sofralar
serdi... İnsanlar, hâkimiyeti Tâgut’ların eline verdi... Yalan karşısında
eğilen bedenlerimiz yüzünden hakikâte doğru bakamaz olduk... Âdetlerimizi
ibâdet, ibâdetlerimizi âdet hâline getirdik... Ticâreti ibâdet olarak
görmedik, ibâdetlerimizi ticâret metâı yaptık... İnandığı gibi yaşamanın
iddiasında bulunduk, ama ne yazık ki ifâsını yapamadık... Yaşatmak için
yaşayamadık... “Kardeşlerin” olarak îmanlı yaşamayı, îmanı yaşatmayı hayata
geçirmede hep âciz kaldık... Gel, “Ey Sevgili... En Sevgili...” “Îmânı elinde
bir kor olarak taşıyan” ümmetin olarak artık çok bunaldık... Gel, Ey Hakk’ın Habîbi!.. Yeniden İslâm’da diriliş muştusunu
bütün benliğimize duyurmak, yeniden kalbimizi, rûhumuzu ve gönlümüzü nûrânî
güzelliklerle doyurmak için gel... Gel, Ey Devâsız Dertlerin Tabîbi!.. Senin adını andığımız zaman, gönlümüze
hep gül kokusu doluyor... Seninle dünyamıza sönmeyen bir güneş doğuyor...
Sensizken gündüzlerimiz hep gece oluyor... Gecelerimizden hicret ediyor
hilâl, yıldızlar ışık vermiyor âsumana... Zifirî bir karanlık hükmediyor,
zamana ve mekâna... Bizleri “Gül Devri”ne erdirmek, nûrunla sevindirmek ve
onulmaz gönül yaralarımızın sızısını dindirmek için gel... Gel, Ey Nebîler Nebîsi!.. Tevhid bayrağını kalbimizin hâfî
tepelerindeki en yüksek burçlara çekmek; îmânın âsûde gölgesinde yer almayı
en büyük nîmet bilen bu garip ümmete de; kedersiz sevinçlerden, elemsiz
lezzetlerden ve sınırsız saadetlerden nûrânî güzellikler bahşetmek için
gel... Gel, Ey İlâhî Aşkın Mürebbîsi!.. Bizler “kardeşlerin” olabilme aşkını ve
cehdini kaybettik asırlardan beri... İhtilâfın rahmet ölçüsünün, samimiyet
şartına bağlı olduğunu unuttuğumuz için birbirimize düştük yıllar yılı...
Bize bıraktığın emânetlerden ne hazindir ki yüz çevirdik... Kaybettiğimiz kardeşlik
şuuruna yeniden ermemiz, o muhteşem güzelliklere yeniden kavuşmamız için
gel... Gel, Ey Vefânın Zirvesi!.. Biz anlatmaktan âciziz derdimizi... Her
zaman olduğu gibi, yine Sen anla bizi... Senden başkası bilemez hâlimizi... Gel, Ey “Güzel ahlâkı tamamlamak için
gönderilen” Ahlâk Âbidesi!.. Gönül dünyamıza hükümran olan, gereksiz
maksutları, beşerî mahbûbları, geçici matlupları değiştirerek, hayat
gâyemizin idrâki içinde bizleri Hakk’a kul edip, yaptığımız yanlışlıkları
bütün neticeleriyle birlikte ortadan kaldırmak için gel... Gel, Ey Çâresizlerin Çâresi!.. Asra saadet yaşatmış, zamanı “Asr-ı
Saadet” yapmış “Kâinatın İftihar Tablosu”... Bizlere de sonsuz saadetler
bahşet... Beşeriyete insanlığını kazandırmak için tebliğ ettiğin İlâhi vahyi
yeniden hayatımıza hâkim kıl... Yeniden kendine gelsin nisyana terk ettiğimiz
akıl... Hüzün ikliminden huzur diyârına yelken açsın, artık bu son fasıl... Gel, Ey Kimsesizlerin Kimsesi!.. “Sana muhtacız... Sana en fazla
muhtacız... En fazla Sana muhtacız...” Gönüllerimize taht kur... Lûtfeyleyip,
kalbimizin en mûtenâ köşesine otur... Gel, Ey Sevgili, gel ne olur... “Gel, Ey Muhammed, bahardır... Dudaklar ardında saklı Âminlerimiz vardır!.. Hacdan döner gibi gel; Mi’rac’dan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır...” Gel, “Ey Sevgili... En Sevgili...” Şefkat ve şefaat eyleyip gel ki, Senin
mübârek izinden uzaklaştığımız ve Senden uzak kaldığımız o gurbet
asırlarındaki bitmeyen hüznümüz nihâyet bulsun, aldığımız nefesin yeniden bir
anlamı olsun ve gönlümüz ebediyen “Gül” kokusuyla dolsun... Gel, Ey Efendiler Efendisi!.. Bizlere “kardeşlerin” olabilme şerefini
yeniden bahşet... Bizlere kul olmanın, Müslüman olmanın, insan olmanın
güzelliklerini yeniden öğret... Gel, Ey İnsanlığın Müjdecisi!.. Yardım eyle şu kimsesiz beşeriyete...
Sahip ol şu mazlum ümmete... İmdat eyle bu aziz millete... Gel, Ey Sevgililer Sevgilisi!.. Onbeş asır önce dünyaya doğduğun gibi
yeniden doğ kalbimize... Yeniden hayat bahşeyle gönüllerimize... Yeniden
derman ol derdimize, -lâyık olmasak da- şefâat eyle bize... “Kutlu Doğum”un 1433. yılında
Aleyhisselâtı Vesselâm Efendimiz’e salât ü selâm ediyor ve hatm-i kelâm
olarak: “Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resûlallah, Cemâlinle ferahnâk
et ki yandım Yâ Resûlallah...” diyoruz... DR. MEHMET GÜNEŞ Zaman Gazetesi 30.04.2004 Bu yazı Zaman Gazetesi’nin 30.04.2004 tarihli
sayısında yayınlanmıştır. (sayfa 16’dan
alınmıştır.)
|
(mehmet_u)