HAN DUVARLARI'NDAN
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç
şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda
demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümde
duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
Gök sarı, toprak sarı, çıplak
ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen tüksek toros
dağları
Önde uzun bir kışın soldurduğu
etekler
Sonra dönen, dönerken inleyen
tekerlekler...
.....................
Kendimi kaptırarak tekerleğin
sesine
Uzanmışım kalmışım yaylının
şiltesine.
Bir sarsıntı...uyandım uzun süren
uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer
bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri
geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve
kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin
viran hanı,
Alaca bir karanlık sarmadayken
her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan
içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki
yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın
dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı
ocağı.
.....................
Şisesi is bağlamış bir lambanın
ışığı
Her yüze çiziyordu bir hüzün
kırışığı
Yatağımın yanında esmer bir
duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı:
Fâni bir iz bırakmış burda yatmışsa
kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık
resimler...
Uykuya varmak için bu hazin
günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda
gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla
yandı,
Bu dört mısra değildi, sanki
dört damla kandı.
Ben garip çizgilerle uğraşırken
başbaşa
Rastlamıştım duvarda bir şair
arkadaşa:
On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından, yâr kucağından,
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben.
Altında bir tarih: sekiz mart
otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka bir
ad görmedi.
.....................
Ertesi gün başladı gün doğmadan
yolculuk
Soğuk bir mart sabahı... buz
tutuyor her soluk.
.....................
Yaylımın tüketirken yolları
aynı hızda.
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Gönlümde can verirken köye varmak
emeli
Arabacı haykırdı: "İşte Arpalı
Beli."
.....................
Bizden evvel buraya inen üç
dört arkadaş
Kurmuşlar tutuşan ocağa karşı
bağdaş.
.....................
Gözlerime çökerken ağır uyku
sesleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar
giriyor:
Gönlümü çekse de yârin hayâli
Aşmaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben.
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk
açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız
yola çıktı...
Bir gurbetten gurbete giden
yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum
üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın tatlı
bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyle
uyandım,
Baş ucumda gördüğüm şu satırlarla
yandım!
Hastayım Derdime verem diyorlar
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış harem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben.
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım yaya kaldın bir gurbet
çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyâlar
adağı
Bahtına lanet olsun aşmadınsa
bu dağı!
.....................
Arabamız tutarken Erciyes'in
yolunu:
"Hancı, dedim, bildin mi Maraşlı
Şeyhoğlunu?"
Gözleri uzun uzun burkulu kaldı
bende
Dedi: - "Hana sağ indi; ölü
çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık
değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan
geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara
haberi.
Aradan yıllar geçti; işte o
günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam
irkilirim;
Çünkü sizde gizlenen dertleri
ben bilirim.
Ey köyleri hudûda bağlayan yaslı
yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı
yollar.
Ey garip çizgilerle dolu han
duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan
duvarları!
Faruk Nafız ÇAMLIBEL
|