Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke'de
doğdu. 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik hayâtının 13 yılı
Mekke'de, 10 yılı da Medine'de geçti. Medine'de 63 yaşında vefât etti.
Bu sebeple: Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in hayâtı (571-632)
:a) Peygamberliğinden Önceki
Hayâtı (571-610),b)
b) Peygamberlik Devri (610-632)
olmak üzere iki kısma ayrılır.
Peygamberlik devri de:
a) Mekke devri (510-622)
b) Medine devri (622-632) olarak
iki döneme ayrılır.
Bu sebeple Siyer ve İslâm Târihi
ile ilgili kitaplarda, Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâtı, "Peygamberlikten
(Bi'setten) öncesi" ve "Peygamberlik devri" diye iki devreye ayrılarak
incelenmiştir. Peygamberlikten önceki hayatını da:
1- Çocukluk devresi (8 yaşına
kadar olan süre),
2- Gençlik çağı (8-25 yaşına
kadar olan devre),
3- Evlilik dönemi (25-40 yaşı
arasındaki devre) olmak üzere genellikle üç bölüme ayırmışlardır. Peygamber
olduktan sonra, "Mekke Devri"nde geçen olayları incelerken, târihbaşı olarak,
Peygamberliğin (Nübüvvetin) l. 2. veya 5 inci yılı gibi, Nübüvvetin başlangıcını;
"Medine devri" olaylarında ise,-Hicretin, 1., 2. veya 3 üncü yılı şeklinde
Rasûl–i Ekrem (s.a.s.)'in Hicret olayını esâs almışlardır.Bu kitapta da
aynı usûle uyulacaktır.
BİRİNCİ KISIMHZ.MUHAMMED (S.A.S)'İN
PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI
" Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik". (el-Enbiyâ Sûresi, 107)
l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK
DÖNEMİ
1-DOĞUMU:
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan
sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi
sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde,
babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak
kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğumundan 52 gün
kadar önce olmuştu. (18) Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği
ziyâfette çocuğun adını soranlara: "Muhammed adını verdim. Dilerim ki,
gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla yâdetsinler..." cevâbını verdi.
Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok
çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven,
hamdeden kimse demektir.(19) İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in
doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler.
O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu
yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta
olan "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan
beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini
Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri
görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan
cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son
bulmuştur.
2- SOYU (NESEBİ)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)'in
babası, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah; annesi ise Vehb'in kızı Âmine'dir.
Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine
ise Zühreoğulları kolundandır. Her ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda,
"Kilâb"da birleşmektedir. Her ikisi de Mekke'lidir. Peygamber (s.a.s.)
Efendimiz, Hz.İbrâhim'in büyük oğlu Hz. İsmâil'in neslindendir. Soyu Adnân'a
kadar kesintisiz bellidir. (20) Adnân ile Hz.İsmâil arasındaki batınların
sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir. (21) Peygamber (s.a.s.)
Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir. Bir hadisi
şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz: "Ben devirden devire, (nesilden nesile,
âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden
naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et
ettim", buyurmuştur. (22) Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle
anlatılmıştır. "Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından
Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğul-larını,
Hâşimoğullarından da beni seçmiştir." (23) Bir başka hadis-i şerifinde
de Rasûl–i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah beni, dâima helâl
babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla
annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadar ki nesebim içinde
nikâhsız birleşen olmamıştır". (24) Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğumundan
iki ay kadar önce babası Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib
(Medine)'de hastalanarak 25 yaşında vefât etmiş ve orada defnedilmişti.
Peygamberimiz (s.a.s.)'e, babasından mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun,
doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.(25)
3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT
ANNE YANINDA
Başlangıçta çocuğu (3 veya 7
gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü yetmediği için, daha sonra amcası Ebû
Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe tarafından emzirildi.(27) Fakat
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa'doğlulları
kolundan Halîme oldu. Mekke'nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni
doğan çocuklarını çölden gelen süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar
hem daha gürbüz yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi. Halîme,
yetim bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı düşüncesiyle, başlangıçta
tereddüt göstermişse de, daha sonra bu çocuğun evlerine uğur ve bereket
getirdiğini görmüş ve O'nu öz çocuklarından daha çok sevmiştir. Süt kardeşi
Şeyma da bakımında annesine yardımcı olmuştur.(28) Hz.Muhammed (s.a.s.)
süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima ilgilenmiştir.
Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım" diyerek karşılamış,
altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.(29) Hz. Muhammed (s.a.s.)
dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı. Dört yaşında Halîme
çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti. İslâm târihçileri, bu esnada
"şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen
bu gibi olağanüstü hallerin Halîme'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu
annesine teslime mecbûr kaldığını naklederler.(30)
4- MEDİNE ZİYÂRETİ
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşından
altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı
ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken, babasının Medine'de bulunan kabrini
ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber
Medine'ye gittiler. Medine'deki akrabaları Neccâroğullarında bir ay kadar
misâfir kaldılar. Dönüşte, Medine'nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine
hastalandı.(31) Henüz doğmadan babasından yetim kalmış olan Hz. Muhammed
(s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de öksüz kalıyordu. Bu acıyı bütün
varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle süzdü. Bağrına basıp
uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak "Her yeni eskiyecek, her fâni yok
olup gidecek, Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem, Namımı ebedi kılacak
hayırlı bir halef bırakıyorum..." anlamına bir şiir söyledi. Bu sözlerden
sonra vefât etti.(32) Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke'ye
götürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Altı yaşından sekiz yaşına
kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş
bir ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sekiz yaşında iken dedesi de
öldü. Ölürken, on oğlu içinden Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin yetiştirilmesini,
öz amcası Ebû Tâlib'e bıraktı.(33/1) Yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı
Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini
ziyâret edip, teessürle gözyaşı döktü. Annemin bana olan şefkatini
hatırlayarak ağladım, buyurdu. (33/2)
BİR GECE
Ondört asır evvel, yine böyle
bir geceydi, Kumdan, ayın ondördü bir Öksüz çıkıverdi! Lâkin, o ne hüsrândı
ki: Hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi! Nerden
görecekler? Göremezlerdi tabiî Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar., Buhranlar içindeydi, bugünden
de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan,
onu kardeşleri yerdi! Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin. Salgındı, bugün
Şark'ı yıkan, tefrika derdi. Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Bir nefhada insanlığı kurtardı
O Mâsum, Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi! Aczin ki, ezilmekti bütün
hakkı, dirildi; Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi! Âlemlere rahmetti,
evet, şer–i mübîni, Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi. Dünya neye
sâhipse, O'nun vergisidir hep; Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet... Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr
ile haşret.
Mehmed Âkif ERSOY(18)
Siyer ve İslâm Târihi müellifleri,
Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü
sabaha karşı olduğunda genellikle ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü
olduğu konusunda birleşememişlerdir. Rasûlüllah (s.a.s.) 1 Rebiülevvel
11 H./27 Mayıs 632 M. târihine rastlayan Pazartesi günü öğleden sonra vefât
etmiştir. (Bkz. Tecrid Tercemesi,9/298 ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber
(s.a.s.) Efendimiz'in 63 yaşında vefât ettiği belirtilmiştir (Bkz. Tecrid
Tercemesi, 9/298, Hadis No. 1442 ve 11/33, Hadis No.1671) Rasûlüllah (s.a.s.)'in,
Hz. Mâriye'den olan oğlu İbrâhim'in vefât ettiği gün, güneş tutulmuştu.
(Bkz. Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428, Hadis No. 547) Mısır'lı
Muhammed Felekî Paşa, yaptığı hesaplama ve araştırma sonucu, bu tutulma
olayının, Milâdi 632 yılının 7 Ocak günü saat 8.30'a rastladığını tesbit
etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtı, 1 Rebiülevvel 11 H/27 Mayıs 632
M. Pazartesi günü olduğuna göre, Muhammed Felekî Paşa bu tarihten 63 kameri
yıl geri giderek, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun 9 Rebiülevvel/20 Nisan
571 veya 2 Rebiülevvel/13 Nisan 571 pazartesi olması gerektiği sonucuna
varmıştır. (Bkz. Asr-ı Saadet 1/191). (19)
Peygamberimizin en meşhûr ve
Kur'an-ı Kerim'de geçen isimleri; "Muhammed" ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.)
ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 4 yerde (Âl-i İmrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40,
Muhammed Sûresi 2 ve Fetih Sûresi 19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi,
6) geçmektedir. Fetih Sûresinde bu ism–i şerif, ayrıca "Rasûlüllah" olarak
vasıflanmıştır. Saf Sûresinin 6. âyetinde ise: "Meryem oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları!
Doğrusu ben, benden önce indirilen Tevrât'ı tasdik edici, benden sonra
gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygemberi de müjdeleyici olarak, Allah'ın
size gönderilmiş bir peygemberiyim demişti..." buyrulmuştur. Bu ayet-i
celilede Hz. İsâ'nın, kendinden sonra "Ahmed" adında bir peygamberin geleceğini
müjdelediği bildirilmektedir. Bugün elimizde, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'in
orjinal nüshası bulunmayıp, ondan çok sonraki târihlerde kaleme alınmış
muharref nüshalar bulunduğundan Hz. İsâ tarafından verilen bu müjdenin
aslını bugünkü İncillerde aynen bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak Yunanca'dan
Türkçe'ye çevrilen Yuhanna İncili'nin 14. babı'nın 26 âyeti şöyledir: "Baba'dan
size göndereceğim "Tesellici", "Babadan çıkan hakikat Ruhu geldiği zaman
benim için o şehâdet edecektir." Burada geçen "Tesellici" kelimesi, İncilin
Yunancasında "Faraklit" dir. İncil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime
"Hammâd" veya "Hâmid" olarak terceme edilmiştir. Nitekim bir kısım Hıristiyan
bilginleri de bu kelimeyi "Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak açıklamışlardır
ki aşağı yukarı "Ahmed" anlamındadır. İncil'deki "Faraklit" kelimesini
"Tesellici" diye terceme etmiş de olsalar, Hz. İsâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.)
arasında bilinen bir peygamber bulunmadığına ve günümüze kadar da zuhûr
etmediğine göre, Hz. İsâ'nın gönderileceğini bildirdiği "Tesellici" veya
"Faraklit" Rasûlüllah (s.a.s.) den başka kim olabilir? (Bkz. Tecrid Tercemesi,
9/291-293, Hadis No: 1439 ve izâhı.) Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'ım'den rivâyetine
göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in eski kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce
bilinen üç adı daha vardır: Mâhi, Hâşir, Âkıb. Bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bana âit beş yüce isim vardır. Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim,
ki Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir. Ben Hâşir'im ki (kıyamet
gününde) insanlar benim ardımdan haşrolunacaklardır. Ben Âkib'im, Çünkü
peygamberlerin sonuyum. (Buhârî 4/11;Tecrid Tercemesi, 9/291, Hadis No:
1439; Müslim, 4/1827, Hadis No: 2354. Rasûlüllah (s.a.s.)'in diğer isimleri
için bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-294 ve 10/43) (20)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Adnân'a
kadar kesintisiz bilinen nesebi sırasıyla şöyledir: Abdullah, Abdülmuttalib,
Hâşim, Abdümenâf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâab, Lüey, Galib, Fihr (Kureyş),
Mâlik, en-Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Meadd, Adnân,
(el-Buhârî, 4/238; İbn Hişâm, 1/1-2)
Annesinin nesebi de şöyledir:
Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldüğü üzere her iki tarafın
nesebi Kilâb'da birleşmektedir. (İbn Hişam, 1/115) (21) Aynî, Umdetü'l-Karî,
8/54; Tecrid Tercemesi, 10/43; Asr-ı Saâdet, 1/178-179 (22) El-Buhârî,
4/166; Tecrid Tercemesi, 9/316 (Hadis No: 1454) ve 10/44 (23) Müslim, 4/1782
( Hadis No: 2276); Tirmizi, 5/583 (Hadis No: 3605); Tecrid Tercemesi 10/44
(24) Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/255-256, Tecrid Tercemesi,
10/44;Târih-i Din-i İslâm, 2/5 (25) Asr-ı Saâdet, 1/187(26) Târih-i Din-i
İslâm, 2/16(27) İbnü'l-Esir, el-Kâmil, 1/459; İbn Sa'd, Tabakat 1/108(28)
İbnü'l-Esir, a.g.e., 1/460(29) Mansur Ali Nâsıf, et-Tâc, 5/6, Kahire, 1382/
1962 (Ebû Dâvud'dan) (30) Bkz. İbn Hişâm, 1/174; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 461-462;
Hamîdullah,
İslâm Peygamberi 1/40 Rasûlüllah
(s.a.s.)'in hayatında şakk-ı sadr olayı bir kaç defa olmuştur. İlki, süt
annesi Halîme'nin yanında iken meydana gelmiştir. Melekler, göğsünü açıp,
"işte şeytanın sendeki nasibi" diyerek bir pıhtı çıkarıp atmışlardır. (Müslim,
1/147 K. İmân B. 74, Hadis No: 261). İlk vahyin gelişinden önce de, vahyin
ağırlığına dayanabilmisi için, şakk-ı sadr olayının tekrarlandığı rivâyet
edilmiştir. Mirâc mucize'sinden önce de Cebrâil (a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in
göğsünü açıp "zemzem suyu" ile yıkadıktan sonra imân ve hikmet doldurmuştur.
(Tecrid Tercemesi, 2/227, Hadis No: 227 ve izâhı) (31) İbn Hişâm, 1/177;
Tecrid Tercemesi, 4/699(32) Târih-i Din-i İslâm, 2/23; Tecrid Tercemesi,
2/699 (33/1)
Abdülmuttalib'in çeşitli zevcelerinden
10 oğlu ve 6 kızı vardı. Bunlar içinde Hz. Ali'nin babası Ebû Tâlib ile
Peygamberimiz (s.a.s)'in babası Abdullah ana baba bir kardeşti. (Asr-ı
Saâdet 1/ 197; Târihi-i Din-i İslâm, 2/27) Oğulları: Abbâs, Hamza, Abdullah,
Ebû Tâlib (asıl adı Abdimenâf) Zübeyr, Hâris, Hacl, Mukavvim, Dırar, Ebû
Leheb (asıl adı Abduluzza) dır. Kızları ise: Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda,
Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre. (İbn Hişâm, 1/113) (33/2) İbn Sa'd, et-Tabakat,
1/116-117; Tecrid Tercemesi, 4/683
Kelime Açıklamaları: Hasrân:
Sapıklık, aldanma-
Mamûre-i dünya: Dünyada insanların
yaşadığı yerler, kalkınmış ülkeler-
Beter: daha kötü-
Beşer: İnsan cinsi, bütün insanlar-
Dişsiz: (burada) güçsüz, zayıf,
kimsesiz-
Fevza: Kargaşa, anarşi-
Âfak: Ufuklar-
Ufuk: Uzaklara bakıldığında
yeryüzünün gökyüzüyle birleşmiş gibi görünen yeri-
Zemin: Yeryüzü.
Şark: Doğu ülkeleri-
Tefrika: Fikir ayrılığı-
Nefha: Üfürme-
Mâsûm: Günahsız-
Hamle: Atılma, saldırma-
Kayser: Bizans imparatorlarına
verilen ünvan-
Kisrâ: İran hükümdarlarına verilen
ünvan-
Acz: Güçsüzlük-
Zevâl: Yok olma-
Şer'i mübin: İslâm dini-
Şehbal: kanat, kanattaki uzun
tüyler-
Adl: adalet-
Medyûn: Borçlu-
Beşeriyyet: İnsanlık-
Mahşer: Kıyâmette insanların
toplanacağı yer-
Haşretmek: Kıyâmet günü insanları
dirildikten sonra mahşerde toplamak.
II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN
GENÇLİK DÖNEMİ
1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ
Peygamberimizin hayâtının sekiz
yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir.
Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi
altında bulunmuştur. Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla
beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni
Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.
2-SEYÂHATLERi
a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli
olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar, çocuklarını da ticârete
alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet
ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapıyordu.
Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e amcasından ayrılmak
zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği
yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde götürdü. Bu esnâda henüz
oniki yaşındaydı. Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen
kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan
kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu
kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal
kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun
istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar,
kanâatini kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını
düşündü. Ebû Tâlib'e: -"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri
içinde O'nun alâmet ve vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet
ve kötülüklerinden korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler
üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip,
geri döndü.(34) Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât
ve İncil'de bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri,
O'nun alâmetlerini ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman
olan Medineli Yahûdi âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed
(s.a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte"
denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet
edilmiştir."(35) Gülünç Bir İddiâ Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı
bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın
bir zaferi gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî
esasları bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir. Bu iddia son derece
gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel
bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün
değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada
böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan
ağıza yayılırdı. Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar
Bahîra'nın sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların
"teslis" (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını"
getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan
başka bir şey değildir. b) Yemen Seyâhati Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında
iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la
birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.(36)
3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet
Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i
hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de,
Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için
buna "Ficâr Savaşı" denirdi. Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında
kan davası yüzünden bir savaş başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi
haram olan aylarda da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi. Peygamberimiz
(s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte katıldı.
Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece karşı taraftan
atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.(37)
4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE
ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında
Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan
mal getiren yabancıların malları yağmalanıyordu. Vâil oğlu Âs, Mekke'ye
gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş, haksız olarak elinden
almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı haksızlığa karşı,
bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin bu feryâdı üzerine Peygamberimiz
(s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları,
Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin
dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar.
"Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe"
karar verdiler. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin
ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri verdiler. Mekke'de âsâyişi
yoluna koydular. Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl
b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri
ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını
adâlet üzere alacağız..."(38) diye yemin etmişlerdi. Onların bu yeminlerine
"Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu Abdullah'ın
evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber
üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını
Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete çağrılsam, yine
icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39) (34) Bkz. et-Tirmizi, es-Sünen,
5/590-591 (Hadis No: 3620); İbn Hişâm, 1/91-194; İbnü'l-Esîr,a.g.e., 2/37(35)
et-Tirmizi, 5/588, (Hadis No:3617)(36) Târih-i Din-i İslâm, 2/33(37) İbn
Hişâm, 1/198(38) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/41(39) İbn Hişâm 141-142; Tarih-i
Din-i İslâm, 2/ 36; Tecrid Tercemesi, 7/101
III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN
EVLİLİK DÖNEMİ
1- TİCÂRET HAYÂTI
Bütün Mekke'liler gibi Hz. Muhammed
(s.a.s.) de amcasıyle birlikte ticâret yapıyordu. Gerek çocukluğunda, gerekse
ticâret hayâtında, dürüstlüğü ile tanınmıştı. Sözünde durmadığı, yalan
söylediği, başkalarına zarar verecek bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi
incittiği asla görülmemiş; dürüstlüğü dillere destan olmuştu. Bu yüzden
Mekke'liler O'na "el-Emîn" (her konuda güvenilir kişi) diyorlardı. O'nun
bu yüksek ahlâkını öğrenen Kureyşin zengin kadınlarından Hatice, kendisine
sermâye vererek ticâret ortaklığı teklif etti. Böylece Peygamber (s.a.s.)
ile Hatice arasında ticâret ortaklığı başladı.
2- HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ
Kureyşin Esed oğulları kolundan
Huveylid kızı Hatice zeki, dirâyetli, şeref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında
zengin ve güzel bir hanımdı. Daha önce iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı.
Kureyşin ileri gelenlerinden pek çok isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile
evlenmemişti. Güvendiği kimselere sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor,
böylece servetini artırıyordu. Yüksek ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle,
kendisine Müslümanlıktan önce "Tâhire" denildiği gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra"
denilmiştir. Hz. Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i
Şam'a gönderdi. Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber
(s.a.s.) Şam'a kadar gitmedi; malları Busra'da satarak geri döndü. Çünkü
Bahîra'nın ölümünden sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz. Muhammed
(s.a.s.)'in Şam'a gitmesini uygun bulmamıştı.(40) Üç ay kadar sonra, Hz.
Muhammed (s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç elde ederek döndü. Hz.
Hatice, bu büyük insanın emniyet, dürüstlük ve gayretine hayran oldu. Daha
sonra araya vasıtalar girdi; evlenmeleri kararlaştırıldı. Bu esnâda Hz.Muhammed
(s.a.s.) 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarındaydı.(41) Nikâh, Hatice'nin amcazâdesi,
Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz. Hatice'nin evinde kıyıldı. Ebû Tâlib
ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki âilenin üstünlük ve meziyetlerini
dile getirdiler.(42) Esâsen, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Hatice'nin
nesebleri Kusayy'da birleşir. Hz. Hatice'ye 20 dişi deve mehir verildi.(43)
Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi. Evlenmelerinden
sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti. Örnek ve mutlu
bir âile yuvası kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e derin bir
saygı ve sevgi ile bağlıydı. Peygamberliğinden önce olduğu gibi, Peygamberlik
devrinde de en büyük yardımcısı oldu. Yüksek ve eşsiz ruhlu bir hanım olduğunu
gösterdi. Peygamberimiz (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde
çok evlilik âdet olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı
da bulunduğu halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep
hayırla andı.
3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'İN ÇOCUKLARI
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Hz.
Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere sırasıyla, Kaasım, Zeyneb,
Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adlarında altı çocuğu oldu. Arablarda
ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet olduğundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e
de "Ebü'l-Kaasım" denildi. Kaasım ile Abdullah küçük yaşta öldüler. Kızları
büyüdüler. Fakat Fâtıma'dan başka hepsi de babalarından önce vefât ettiler.
Yalnız Fâtıma, Peygamber (s.a.s.)'in vefâtından sonra altı ay daha yaşadı.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile evlendirdi.
Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine izin vermemişti.
Bedir Savaşında esir düştü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı ile serbest
bırakıldı. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i tekrar
aldı.(44) Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından Utbe
ve Uteybe ile evlendirmişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için
baskı yaptı. Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz.
Osman'la evlendirdi. Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı.
Bu yüzden Hz. Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına "Zi'n-nûreyn" denildi.
En küçük kızı Fâtıma'yı ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin, Hz.
Fâtıma'nın çocuklarıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtıma ile
devâm etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim
adlı bir oğlu olmuş, fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden
ölmüştür.
4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ
(605 M.)
Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil tarafından
yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar içinde yağmur ve sel suları ile
harabolmuş, tâmir edilmesi gerekmişti. Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak,
yeniden yapmaya karar verdiler. Yardımlar toplandı, gerekli malzeme temin
edildi. Hz. İbrâhim'in yaptığı temele kadar yıkarak, duvarları yeniden
örmeğe başladılar. Ancak; "Hacer-i Esved"i yerine koyma sırası gelince
anlaşamadılar. Kureyş'in bütün kolları, bu şerefin kendilerine âit olmasını
istiyordu. Anlaşmazlık dört gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki,(45) Kureyş'in
en ihtiyarı Ebû Ümeyye veya Huzeyfe b. Muğîre"Harem kapısından ilk girecek
zâtın hakem yapılarak, onun vereceği karara uyulmasını" teklif etti.(46)
Bu teklif kabul edildi. Az sonra kapıdan Hz. Muhammed (s.a.s) girmişti.
Buna o kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine râzıyız..."
diye bağrıştılar.Yanlarına gelince, durumu anlattılar. Hz. Muhammed (s.a.s.),
üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını Kureyşin ulularına tutturdu;
hep berâber, konulacağı yere kadar taşıdılar. Hz. Peygamber (s.a.s.)'de
taşı alıp yerine yerleştirdi. Anlaşmazlığın bu şekilde çözümlenmesi herkesi
memnûn etti. Böylece büyük bir felâket önlenmiş oldu.(47) Bu olay, Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun Mekkeliler arasındaki
sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu esnâda Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)
35 yaşında idi. Kâbe'nin tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalışmış,
taş taşımış, hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu. Bir defa, amcası Abbâs'ın
sözüne uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu
açılıverince baygın halde yere düşmüştü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan sonra
hiç üryân görülmemiştir.(48) (40) İbnü'l-Esîr, el-Kâmil 2/39(41) İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 2/39(42) Her iki hutbenin metin ve tercemeleri için bkz. Târih-i
Din-i İslâm, 2/ 47-48 (43) İbn Hişâm, 1/201. Beşyüz altın veya beşyüz dirhem..
gibi rivâyetler de vardır. (44) Ebûl-Âs ile ilgili daha geniş bilgi için,
bkz. Tecrid Tercemesi, 2/373-376, (Hadis No: 313'ün izâhı)(45) Abdü'd-dâroğulları,
ellerini bir çanaktaki kana batırarak, "kanımız dökülmedikçe, bu konuda
kimse bizim önümüze geçemez" diye yemin etmişlerdi. (Tarih-i Din-i İslâm,
2/55) (46) Târihi-i Din–i İslâm, 2/55(47) Bkz. İbn. Hişâm, 1/209; İbnü'l-Esir,
a.g.e., 2/45; Tecrid Tercemesi, 6/40-44 (48) el-Buhârî, 1/96; Tecrid Tercemesi,
2/240, Hadis No. 237 ve 6/48
http://www.diyanet.gov.tr/peygamber/ppage-2.htm
‘den alınmıştır.
|